Buz ve Ateş Diyarı İzlanda

6. Gün

6. Gün Rotası

Sabah bir gün önce hava kararmakta olduğu için geçmekten çekindiğimiz nehri geçtik. Hava önceki günlerden daha soğuktu. Bir süre sonra hiçliğin ortasında üçgen bir tuvalet bulduk ki altın bulmuş gibi sevindik.

Hiçliğin ortasındaki üçgen wc.

Askja

O günkü amacımız adanın doğusuna doğru anayoldan uzak bir noktada yer alan Askja isimli kalderaya gitmekti. Kaldera kraterden farklı olarak volkanik patlama sonucu toprağın çökmesiyle oluşan volkanik bir yerşekli. Askja kalderasının dibinde bir Öskjuvatn isimli bir göl bulunuyor, etrafı ise Dyngjufjöll dağlarıyla çevrili. Göl genelde donmuş halde bulunuyor ancak 2012’nin Nisan ayında gölün tüm buzları erimiş. Bunu artan volkanik harekete bağlıyorlar. Askja bölgesinin girişinde Dreki isminde bir kaç kulübeden oluşan bir merkez var. Biz vardığımızda ziyaretçi yoktu. Sadece bir kaç işçi çalışıyordu. Aracımızı parkettik ve Askja’ya çıkmadan önce yakınlardaki bir vadide yürüyüş yapalım dedik. Bir saatlik bir yürüyüşün ardından güzel bir şelaleye rasladık. Ancak şelaleyi aşıp devam edebilme imkanımız yoktu. Geri dönmek zorunda kaldık.

Hayatta Bir Kez Yaşanabilecek Bir Deneyim

Dreki’ye geri döndüğümüzde buradaki işçilere Askja’ya nasıl çıkabileceğimizi soralım dedik. Bize bir süre önce kum fırtınası uyarısı aldıklarını, tepede rüzgarın çok şiddetli olacağını ve güvenli olmadığını söylediler. Onun yerine güneye doğru yeni bir yol işaretlendiğini, eğer bu işaretleri takip edersek bizi 2014’te başlayan ve bir kaç ay öncesine kadar devam eden Bárðarbunga patlamasının lavlarının aktığı bölgeye ulaşabileceğimizi söylediler. Hatta lavlar buradaki bir nehre kadar akmış ve nehirle buluşunca lavın kabuğu donmuş. İçleri hala sıcakmış. Bir de aralarından biri ekledi; “Lav ile nehrin buluştuğu yerdeki su çok sıcaktı. Bugünlerde girilebilir durumda. Güzel bir havuz var lavların arasında. Gidip deneyebilirsiniz.”

Nasıl yani? Donmuş ama hala sıcak olan lav kayaları arasında doğal bir havuz var? Bir de yüzülebilir durumda? Tabi ki biz de keyif adamları olarak bu fırsatı kaçırmak istemedik.

Soldaki resimdeki sarı çizgi, lav bölgesine ulaşmak için izlediğimiz yol, sağdaki resimde ise lav bölgesi kırmızı işaretlenmiş. Lav ise kırmızı ok ile işaretli.

Yola çıktığımızda bir süre sonra yol kayboldu. Yolu işaretledik demişti ya adam, gerçekten sadece işaretlemişler. Yol açılmamış. Biz ise sıcak suda yayılma hayalinin gazıyla geri dönmeyi bir an dahi düşünmedik.

Doğumuzda, ovanın diğer tarafında bir kum fırtınası vardı. Uzaktık ama görüyorduk, belki de işçilerin bahsettiği fırtına bu idi ve anladığımız kadarıyla bizden uzaklaşıyordu. Güvende idik ancak bir süre sonra da lav bölgesine oldukça yakın bir yerde derin bir nehir geçişine denk geldik. Bizim aracımızın burayı geçmesine imkan yoktu. Aracı parkedelim, nehri ve kalan yolu yürüyerek geçelim dedik. Havlularımızı aldık ve yola koyulduk. Nehir baya derindi ve burası lavlara hala biraz uzak olduğu için su buz gibiydi. Oradan mı geçsek, şuradan mı daha az ıslanıp üşürüz diye düşünürken arkamızdan hızır gibi devasa bir araç geldi. Tekerleklerinin boyu belimi geçiyordu sanırım. Şöför çölün ortasında boynumuzda havlularımız ile buz gibi suyu geçmeye çalışan bizi görünce acıdı sanırım, atlayın dedi. SAGA isimli bir tur operatörünün aracı imiş ve Akureyri’den günlük turlar ile buraya geliyorlarmış. Bu lav bölgesini yeni ekledik listemize dedi şöför. Henüz burayı bilen çok fazla kişi yokmuş. Tur aracında şöförden başka 5 kişi daha vardı. Bizle birlikte 7 kişi olduk. Nehri kolayca geçti araç ve bir süre sonra lav bölgesine geldik.

Lavlara ilerlerken bir tabela ile karşılaştık. Lavlar çok yeni olduğu için oldukça dengesiz ve kırılgan oldukları yazıyordu. Lavların gelip donduğu nokta oldukça belirgin. Yani bir taraf normal kayalar ve toprak ikeni bir diğer taraf sanki kapkara, sert bir bulamaç gibi.

“Yeni lav oldukça dengesiz ve kırılgandır. Doğayı korumak ve güvenlik adına lav üzerinde sadece işaretli yerlerde ilerleyiniz.”

Lav kayalarının üzerinde biraz yürüdükten sonra havuza vardık. SAGA’nın rehberi bize şanslı olduğumuzu, çünkü bu suyun daha bir kaç hafta öncesine kadar çok sıcak olduğunu, şimdi ise girilebilecek seviyeye geldiğini söyledi ve ekledi; “Bu hayatınızda sadece bir kez yaşayabileceğiniz bir deneyim, çünkü bir kaç hafta içinde lavların iyice katılaşmasıyla burası da artık soğumuş olacak.”

Havuzdayken Türkiye-İzlanda maçlarından bahsettik. Rehber bir hafta sonra Antalya’ya gidiyormuş ve maça giderim herhalde dedi. Dönüşte de bizi aracımıza kadar bıraktılar, teşekkür ettik, vedalaştık. Dreki’ye kadar geldiğimiz yoldan geri döndük. Geceyi Mývatn gölüne yakın bir yerde geçirmeyi kararlaştırmıştık ve güneş yavaştan batıyordu. Acele etmemiz gerekiyordu. Bu sefer anayola çıkmak için F88 isimli başka bir f-road’u tercih ettik ancak yol üzerinde o kadar çok su geçişi vardı ki, özellikle bazılarında zorlandık. Bir tanesinde yanımıza başka bir dev araç geldi. Şöförü bu ve bundan sonraki iki su geçişi için bize taktik verdi.

Yeni donmuş lavların arasında doğal havuz.

Hverir

Havanın kararmasına yakın, Myvatn’e çok yakın bir yerde, Hverir isminde jeotermal bir yere geldik. Buraya aynı zamanda Namajfall bölgesi de deniyor. İzlanda’nın geri kalan bir çok yeri gibi burası da sanki sanki bu dünyaya ait değilmiş, sanki başka bir gezegen gibi. Oradan buradan fışkırmış çamur bacaları, keskin bir kükürt kokusu, yerde rahatça gözlemleyebileceğiniz metrelerce uzunluğunda çatlaklar ve her bir tarafta tüten buhar. Böyle yer biraz gerginmiş gibi, sanki ben aşağılarda bir yerde kızgın bir şekilde bekliyorum, bu da işaretim der gibi. O tüten buharlar etrafı öyle güzel ısıtıyor ki, kokuya rağmen keyif bile alabilirsiniz.

Yer sanki kızgın bir şekilde aşağılarda bir yerde bekliyordu.
Hverir çatlakları.

Hverir’den ayrıldıktan sonra Myvatn bölgesinde kamp yeri aramaya başladık. Bir kaç gündür kırsaldaydık ve açıkcası oldukça yorgunduk. Mangal, akşam yemeği falan uğraşmak istemiyorduk. Vogahraun isimli bir kamp yeri bulduk. Ufak cafe/restoranında yemeğimizi yedik. Bizim haricimizde çok fazla kalan yoktu. Deliksiz bir uykuyla birlikte güzel bir gece geçirdik. Ertesi gün yine uzun olacaktı.

 

7. Gün

 

7. Gün Rotası

Dimmuborgir

Kaldığımız yer daha önce bahsettiğim gibi Myvatn Gölü bölgesinde. Bu tür göllere Ötrofik deniyormuş. Mineral olarak oldukça zengin ve çevresindeki bitki örtüsü için oldukça yararlı imiş. Dolayısıyla İzlanda’da pek yaygın olmayan ağaçlara burada da rastladık. Bölgenin en önemli yerlerinden bir tanesi Dimmuborgir. Bizim Myvatn bölgesine gelme sebeplerimizin başında Dimmuborgir’ı görmekti aslında. Norveç’li black metal grubu Dimmu Borgir’dan ötürü burayı gözümüze günler öncesinden kestirmiştik. Dimmu İzlanda dilinde karanlık, koyu, kara anlamına geliyor. İç daraltıcı bir anlamı var. Borgir ise şehir ya da kale demek. Yani Dimmuborgir kara kale, karanlık şehir anlamına gelmekte. Bölge adını sıradışı şekillenmiş lav kayalarından alıyor. Bu kara kayalar aslında yükselmemişler. Volkanik aktiviteler nedeniyle bölge olduğu gibi çökmüş ve daha sert olan lav bacaları ayakta kalmış. Burası sanki eciş bücüş binalardan oluşan ürkütücü bir kasaba gibi. İçinde dolaştıkça içimiz karardı.

mahallenin kötü çocukları=)
İç karartıcı Dimmuborgir.

Hverfjall

Dönüş yolunda Myvatn gölünün doğusundaki Hverfjall isimli yanardağına tırmanalım dedik. 420 m. yükseklikteki yanardağın en son 2500 yıl önce patlamış ve bacasının çapı 1 km civarında. Bacaya ulaştığımızda manzara müthişti ama o kadar çok rüzgar vardı ki, çok fazla zaman geçiremeden geri inmek zorunda kaldık. Yanardağdan sonraki durağımız ise bir önceki gün geldiğimiz yöndeki Dettifoss isimli şelale oldu.

Dettifoss

Binlerce yıldır devasa Vatnajökull buzulundan ve Bárðarbunga volkanından eriyerek gelen sular İzlanda’nın kuzeyine doğru saktığı yatağını dövdükçe dövmüş ve devasa 25 km’lik Jökulsárgljúfur adında bir vadi oluşmuş. Dettifoss şelalesi işte bu vadi üzerinde. 100 metre genişliği, 45 metre yüksekliği ve döktüğü 400m3/sn su ile Avrupa’nın en güçlü şelalesi ünvanına sahip. Daha buraya doğru sürerken aracımızı, doğumuzda kalan vadi manzarasıyla bizi mest etmişti. Şelaleye vardığımızda farkettim ki, mevsimden ötürü sanırım, bizden başka 2-3 kişi ya vardı ya yoktu. Burada 1 saat kadar vakit geçirdik. Etrafta ufak bir yürüyüş yaptık. Fotoğraf çektik. Daha önce bulunduğumuz devasa şelalelerdeki turist ve gezgin kalabalığı yoktu, güzeldi. Havanın kararmasına yakın tekrar yola çıktık. Planımız bir önceki gece kaldığımız kamp alanında kalmaktı ama buraya gitmeden önce bugün yapacağımız son bir şey daha vardı.

Myvatn Nature Baths

Google’da görsellere girip İzlanda yazarsanız, ilk sayfada gelecek sonuçlardan bir tanesi kesinlikle Blue Lagoon’dur. Blue Lagoon İzlanda’nın en çok ziyaret edilen jeotermal tesisi. Sudaki minerellerden ötürü rengi açık sütlü mavi. Myvatn Nature Baths ise Reykavik’ten biraz uzak olduğu için onun kadar tanınmıyor ve ziyaret edilmiyor. Gezimize başlamadan önce hangisine gitsek diye düşünüyorduk. Blue Lagoon aslında aklımızda vardı ancak özellikle tripadvisor’daki yorumları okuyunca Myvatn’dekini tercih ettik. Blue Lagoon’a gitmediğimiz için çok objektif bi karşılaştırma yapamıyorum. Myvatn’deki için daha az turistik, daha sakin ve manzarasının Blue Lagoon’dan daha iyi olduğu söyleniyor.

Myvatn Nature Baths ve Blue Lagoon, ikisi de benzer özelliklerde. Blue Lagoon merkeze daha yakın olduğu için daha fazla turistik ve daha öncesinde rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Myvatn’deki için ise biz gittiğimizde reservasyon yaptırmadan girdik. Şu linkte güncel giriş ücretlerini görebilirsiniz. Bileti kestirirken içecek bilekliği ister misiniz diye sordular. Ne kadar içeriz bilemiyorduk. En başta birer tane alalım, sonra istersek gelip alırız dedik. Tek içeceklik iki bileklik aldık. Aslında olayın amacı sen buz gibi havada o sıcak suyun içerisindeyken gel git yapma, bilekliğindeki delik yeri kadar içecek servis edelim imiş. Neyse, biz o sıcak suya adımımızı 16:00 gibi attık ve tesis 22:00’ye kadar açıktı. Ziyaretçiler havanın kararmasıyla yavaş yavaş ayrılmaya başladılar ama biz o kadar keyfe gelmiştik ki, son dakikaya kadar suyun içinden çıkmak istemedik. İlk biralarımızı içtikten sonra servis yapan görevliden birer bira daha rica edelim, ödemesini çıkışta yaparız diye düşündük ama meğer sadece bileklik ile yapılıyormuş ve bizim bileklikler ilk biralardan sonra çöp oldu. Saolsun görevli kırmadı bizi, iki bira getirdi, yeni bileklik aldığınızda düşerim hesaptan dedi. Neyse bu biralardan sonra yeni bileklik almak için resepsiyona gideyim dedim. Tekrar gel git yapmayayım, garanti olsun diye 3’er biralık iki bileklik istedim, görevli olmaz dedi. Meğer tesiste ziyaretçi başına en fazla 3 bira içilebiliyormuş. Mantıksız da sayılmaz aslında. Sıcak suyun içinde alkol almak çok da mantıklı bir hareket değil. (Şu linkte sıcak suyun içinde neden çok fazla alkol alınmaması ile ilgili bir yazı var. İlgilenenler okuyabilir.) Neyse, ben iki biralık bileklikleri aldım, suya geri geldim, yeni buz gibi biralarımızı o sıcacık ve masmavi suyun içinde tükettik. Bir tane, bir tane daha derken saat henüz 19:00 olmamıştı, biz tüm içecek haklarımızı kullanmıştık. Bir süre sonra da bizden başka kimse kalmadı ortalıkta. Bir önceki lav taşlarında sıcak havuz keyfi deneyim olarak bir başkaydı ama bu da süre olarak uzunluğu ve rahatlatması ile bambaşkaydı. Kemiklerimiz iyice ısındı. Zaten hava da biraz kapalıydı, gökyüzünü pek izleme şansımız yoktu, erkenden çıkıp da ne yapacaktık. Saat tam 22:00’de artık görevlilerin, kapatıyoruz beyler demesine kadar tesiste kaldık. Çıktığımızda ise bir sonraki düşüncemiz geceyi nerede geçireceğimizdi. 3’er bira içmiştik ve araç kullanmak istemedik. Dolayısıyla tesisin otoparkındaki aracımıza girdik ve hemen uykuya daldık. Planımız gece yarısı 2-3 gibi uyanıp aracımızı alkolsüz bir bünye ile 100 km batıdaki Akureyri’ye sürmekti. Ben sabaha karşı 3’de kalktım, Emre kalkmadı. Aracı ben kullandım, Emre uyudu.

Myvatn Natural Baths

1,5 saatlik yolculuk sırasında o kadar uykum geldi ki, yolun 60’ıncı km’sinde ara bir yola girip rüzgarsız, uygun bir alan aradık ama bulamadık. Biraz da zorlama ile Akureyri girişine kadar devam ettik. Akureyri şehri Eyjafjörður körfezinin en dibinde. Biz körfeze doğu yakasından giriş yaptık ve gece olduğu için dağlık alandan körfez yoluna indiğimizde karşıyakadaki şehrin ışıkları bizi karşıladı. Kendimizi bir süredir ayrı kaldığımız medeniyetle buluşmuş gibi hissettik. Şehre girmeden önce, daha tepeden inerken yol kenarında yamacın kenarında ama manzarası güzel bir cep bulduk. Emre zaten yarı uyur yarı uyanık idi, ben de şehre girip park yeri falan aramak istemedim. Doğruca arka tarafa geçtim. Hemen uykuya daldım zaten. Ama sanırım daha bir saat bile geçmemişti ki büyük bir sarsıntıyla uyandık. Fırtına çıkmıştı ve aracımız o kadar sallanıyordu ki yamaçtan aşağı yuvarlanacağız diye endişelendik. Aracı tekrar çalıştırdık ve daha güvenli bir yere, Akureyri’nin içinde gitmeye karar verdik. Şehir merkezinde açık bir otopark bulduk ve sonunda uykumuza kaldığımız yerden devam ettik.

10 YORUMLAR

  1. Fotograf ve videolar için kullandığınız ekipmanlar nedir acaba? (Makine, tripod vs.) Kıyafet önerileriniz nedir. Eylül-ekim için. Hava soğuk ama çok mu soğuk 🙂

    • Fotoğraflar için iPhone 6, Nikon D5100, Nikon AF-S DX NIKKOR 12-24mm f/4G IF-ED Zoom Lens, şu an adını dahi hatırlamadığım en hafifinden bir tripod kullandım.
      Eylül Ekim için akşamları soğuk olabileceğini düşünerek rüzgar geçirmeyen thermo bir şeyler yanınızda olsa iyi olur. Eğer camper ya da karavan tarzı bir yerde kalacaksanız içlik de almanızı öneririm. Yağmur çok büyük ihtimalle olacağı için yağmurluk ve rüzgarlık da olmazsa olmazlardan. Ekim başlarında özellikle kırsal kesimlere kar yağmaya başlar. Yani kar eldiveni gerekli değil ama eldiven, bere vs yanınızda bulunsa iyi olur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz