Güney Kore’ye veda ettikten sonra ilk durağımız Japonya’nın Tokyo şehri oldu. 23 Temmuz 2017’de Busan’dan Tokyo’ya uçarken hem efsaneleri, tarihi ve ilginç toplum yapısıyla oldukça merak ettiğimiz Japonya’yı ziyaret edeceğimiz, hem de bir sonraki gün arkadaşımız Konur ile buluşup bir süre birlikte seyahat edeceğimiz için heyecanlı ve keyifliydik. Güney Kore’deyken yüksek nem ve sıcaklar beynimizi eritmişti. Hala Güney Kore’yi hayal meyal hatırlamamın sebebi başa çıkmakta zorlandığım sıcaklardı. Japonya’da ise bir nebze daha az sıcak bir hava ile karşılaştık.

Buraya gelmeden önce bu ülkede yaşayan arkadaşım Fabian beni sıcaklar konusunda uyarmıştı. Ne kadar haklı olduğunu Japonya’da geçirdiğimiz 16 gün boyunca oldukça iyi anladım. Bu satırları okuduğunuza göre size Temmuz Ağustos aylarında bu ülkeyi ziyaret etmekten kaçınmanızı önerebilirim. Kiraz bahçelerinin rengarenk olduğu ilkbaharda ya da sarı ve turuncunun her tonunun tüm ülkeye hakim olduğu sonbaharda ziyaret etmenizi önerebilirim. Biz denk getiremedik, siz denk getirmeye çalışın.

Tokyo’da Bir Hafta

Tokyo’ya 70 km uzaklıktaki Narita Uluslararası Havalimanı’na inmeden önce şehir merkezine nasıl ulaşacağımıza ilişkin bilgileri google maps yardımıyla edinmiştik. Elimizde binmemiz gereken trenin ve aktarma yapmamız gereken durağın bilgileriyle havalimanındaki tren istasyonuna ilerlerken Güney Kore’de yakamıza yapışan nemli sıcak havadan kurtulamadığımız için keyfimiz kaçmıştı. Ne bekliyorduk ki?

Tek aktarma yaptığımız 1 buçuk saatlik yolculuğun ardından hostelimiz IRORI Nihonbashi‘ye ulaştık. IRORI temiz ve Japonya standartlarında uygun fiyatlı, yurt konseptli bir hostel. Kadın – erkek ve karma yatakhaneleri mevcut. Biz karma yatakhanede 7 gece geçirdik. Girişteki ortak alanda yayıldıkça yayıldık ve kendi evimiz gibi kullandık. Mutfak malzemeleri temiz ve kullanışlıydı. Konum olarak da Nigashi-Nihombashi metro istasyonunun dibindeydi. Şehrin çeşitli bölgelerine ulaşım konusunda hiç bir problem yaşamadık.

Şehirde geçirdiğimiz 7 gün boyunca elimizden geldiğince ve sıcak havanın elverdiğince keyifli vakit geçirdik. Çok yürüdük, çok fazla tapınak ve park ziyaret ettik. Hem yaşaması, hem de ziyaret etmesi pahalı bir şehir olduğu için eksik kalan şeyler olmadı değil. Olsun, bütçemiz elverdiğince yapabildiklerimizden eksik kalmadık.

Şehir baştan sonra metro ağı ile kaplı olduğu için ulaşım konusunda sıkıntı yok. Ancak metro kullanımında dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Şehirde iki metro operatörü var; Tokyo Subway & Toei Subway. Ve bu iki operatörün biletleri farklı. Bir tanesi için edindiğiniz bileti diğer operatöre ait olan hatta aktarma yapmakta kullanamıyorsunuz. Günlük biletler dahi tek operatörde geçerli. Kullanacağınız ve aktarma yapacağınız metro hatlarının hangi operatöre bağlı olduğunu önceden bilirseniz zorluk yaşamazsınız. Biz durumu çözesiye kadar kafa karışıklığı yaşadık.

Büyütmek için tıklayınız.

Akihabara & “Maid Cafe”ler

Tokyo’da her bölgenin kendine has bir havası var. Bizim kaldığımız hostelin çevresi giyim mağazaları ve kıyafet atölyeleri ile çevrili, akşamları oldukça sakin bir mahalle iken, hemen kuzeyindeki Kanda nehrini geçip Akihabara bölgesine geldiğimizde ise elektronik mağazalarının bolca olduğu, “maid cafe” denilen hizmetçi kafelerin yoğun olduğu oldukça renkli bir mahalleye geçiş yapıyorduk. Maid cafe’den söz açılmışken, özellikle Japonya’da oldukça yaygın olan bu yerlerin özelliği garsonların seksi hizmetçi kıyafetleriyle servis yapmaları. Garsonlar kafelerdeki konuklara sanki konuklar kendi özel evlerindeymiş ve onlara hizmetçilik ediyormuş gibi davranıyorlar. Bu yerlerden haberimiz vardı ancak özellikle Akihabara bölgesinde bu kadar yaygın olduklarını ilk gördüğümüzde yadırgamıştık. Biz herhangi bir hizmetçi kafeye Japon kültürüne ne kadar saygımız olsa da bizim değer yargılarımıza uymadığı için girmedik. Ancak çeşitli seyahat sayfalarından öğrendiğimiz kadarıyla kafelerde yenilen ve içilenlerin ücreti haricinde içeriye girmek ve orada bir süre geçirmek için de ödeme yapıyorsunuz. İçeriye girdiğinizde “hizmetli” sizi Okaerinasaimase, goshujinsama (ojousama)! (Eve hoşgeldiniz efendim) diyerek karşılıyorlar ve önünüzde diz çöküp kahvenize krema ve şeker karıştırıyorlar. Bazı kafelerde kaşıkla ağza servis yapıldığını da duyduk. İçeride konukların uyması gereken kurallar mevcut imiş. Mesela servis yapan kadınların vücuduna dokunmak, telefon numaralarını istemek, kafe dışındayken onları takip etmek yasak. Kızların fotoğraflarını da çekmek güya yasak ancak belirli bir ücret karşılığında izin veriyorlarmış. Eğer Japonya’yı ziyaret ederseniz bu kafelerin ve bu kafelere müşteri çağıran kızları gözden kaçırmanız olası değil.

Akihabara bölgesinin az önce de bahsettiğim gibi bir diğer özelliği elektronik ve manga mağazalarının bolluğu. Manga kültürüne çok aşina olmadığım için buradayken kendimi biraz eksik hissettiğimi söylemem gerekir. Manga takipçileri için ise adeta bir cennet.

Her zaman hareketli Shibuya ve Takeshita Caddesi

Tokyo’da geçirilen süre boyunca birden fazla kere ziyaret ettiğimiz yer SHIBUYA oldu. Yüzlerce mağaza, ışıklı tabela ve hareketli sokaklarıyla onbinlerce yerli ve yabancı ziyaretçiyi ağırlayan bu mahalleyi ziyaret ettiğimizde daha önce youtube’da defalarca kez karşımıza çıkan yaya geçidi kaosunun (ve düzeninin) bir parçası da biz olduk. Alışveriş için, insanları izlemek için bu insan okyanusuna kendinizi bıraktığınızda zaman duruyor. Bir süre sonra çok keyifli olduğunu söyleyemem ama oldukça ilginç.

Yine benzer şekilde Shibuya’nın kuzeyinde bulunan Takeshita Caddesi de daha Japonya’ya gelmeden namını duyduğumuz bir cadde idi. Sağlı sollu bir çok ufak mağazayı barındıran caddede mangalardan fırlamış gibi duran bir çok genç bir aşağı bir yukarı yürüyordu. Kalabalık bizi sarıp sarmaladığı sırada kendimizi caddeden dışarıya attık. Shibuya merkezinin ve burasının kaosundan oldukça bunalmıştık ancak Takeshita Caddesi’nin batı çıkışını kesen caddenin karşısındaki Yoyogi Parkı’na girdiğimizde ise hem ruhumuz dinlendi hem de kaosun ortasından, huzurun kucağına nasıl düştüğümüze şaşırdık.

Kaosun göbeğindeki cennet Meiji Tapınağı

İmparatorluk askerlerinin bir zamanlar eğitim kışlası olarak kullanılan koru bugünlerde Bir Shinto tapınağı olan Meiji Tapınağı’na ev sahipliği yapıyor. Tapınak İmparator Meiji ve İmparatoriçe Shoken’in ruhları anısına inşa edilmiş ve ismini buradan alıyor. Tapınağın içinde bulunduğu koruya ulaşmak çok basit. Az önce de bahsettiğim gibi Takeshita Caddesi’nin hemen karşısındaki Harayuku İstasyonu’nun arkasında. İstasyondan çıktıktan 100 metre sonra koru girişine ulaşılıyor. İçeriye girdiğimiz an biraz önceki tüm kaos ve gürültü yerini huzura bıraktı. Ormanın merkezindeki tapınağa doğru giden geniş yol Torii (kapı, geçit) ile başlıyor. Yaklaşık 15 dakikalık yürüyüşten sonra tapınak kompleksine ulaşılıyor.

Tapınak Naien ve Gaien isimli iki bölgeye ayrılmış durumda. İç bölge olan Naien’de tapınak binaları ve imparatorluk yazılarının bulunduğu hazine binası bulunuyor. Dış bölge olan Gaien’de ise İmparator Meiji dönemindeki olayları anlatan 80 duvar resmini barındıran Meiji Anıtsal Resim Galerisi bulunuyor. Bu yapıyla birlikte bir çok spor alanı, stadyum ve Meiji Anıtsal Salonu’da bu dış bölgede yer alıyor.

Meiji Tapınağı’nı ziyaret etmek bizim için ilginç bir deneyimdi. İlk kez bir Shinto tapınağını ziyaret ediyorduk ve Shintoizm hakkında kulaktan duyma bilgiler haricinde hiç bir bilgimiz yoktu. Hem korudaki hem de tapınak kompleksindeki sükunet bizi bizden aldı. Koruda geçirdiğimiz süre boyunca bu şehri sevdiğimi anladım. Zira bu hareketki şehrin gürültüsünden ve yüksek binalarından kaçmak ve bu şehirde huzuru yakalamak çok kolaymış.

Shinjuku Ulusal Bahçesi

Japon bahçe tasarımını muhakkak duymuşsunuzdur. İşte Shinjuku Ulusal Bahçesi bunun çok güzel bir örneği. Ülkedeki diğer parklar ve bahçeler gibi son derece düzenli ve yemyeşil bir cennetle karşılaştık. Keyifli bir kaç saatlik sükunet ve doğa ziyareti için bu parkı ziyaret etmenizi ısrarla öneririm. İçerisinde güzel bir Japon çay evi de var. Biz yaz mevsiminde buradaydık ancak bu parkın Mart sonu Nisan başında içerisindeki 1500 adet kiraz ağacının çiçekle kaplandığını ve muhteşem manzarası olduğunu okuduk. Park içerisinde bahar mevsimindeki bu çiçek şöleni için gözlem noktası dahi bulunmakta.

Tokyo İmparatorluk Sarayı

Tokyo’da yaptığımız uzun yürüyüşlerimizden birinde kaldığımız yere de çok uzakta olmayan İmparatorluk Sarayı’nı ziyaret ettik. Saray Japon İmparatorluk ailesinin hala ikamet ettiği bir yer. Dolayısı ile tüm birimlerini ziyaret etmek mümkün değil. Konum olarak da eski Edo Kalesi’nin içinde yer alıyor. Şehrin göbeğinde dört bir yanı su kanalı ile çevrili 1.15 km2’lik bir parkın ortasında bulunuyor. Bir rivayete göre sarayın bulunduğu toprağın değeri ABD’nin Kaliforniya eyaletindeki tüm emlakların değerinden daha fazla imiş. Gerçi kim neye göre hesaplamış bilemiyorum ama benim naçizane gözlemime göre konumu oldukça merkezi=)

19.yy’ın ikinci yarısında Kyoto Sarayı’nı bırakıp Tokyo’yu yeni idari kent ilan eden imparator buraya gelip Edo Kalesi’ni saraya çevirtiyor. Saray ve saraya bağlı olan parklar az öncede bahsettiğim gibi su kanalları / gölcükler ile çevrili. Ziyaretçiler Doğu Bahçeleri’ni, Kokyogaien Bahçesini ve Kitanomarn Bahçesi’ni ve önceden rezervasyon yapmak şartıyla rehber eşliğinde sarayın kendisini ziyaret edebiliyorlar. Fukiage Bahçesi ise İmparatorluk Ailesi tarafından kullanılıyor ve ziyaretçilere kapalı. İmparator’un doğumgünü dolayısıyla her 2 Ocak’ta ise İmparatorluk Ailesi saray içerisindeki Kyuden Totei Meydanı’nda halk ile buluşabiliyor. Biz bu güzel ve ilginç mekanda yaklaşık 2 saat vakit geçirdik. Oldukça büyük olduğu ve sıcaktan çok bunaldığımız için sadece Koktogaien ve Doğu Bahçeleri’ni ziyaret edebildik.

Sensō-ji Tapınağı ve Kapıları

Kaldığımız hostelden yürüyerek 45 dakikada ulaştığımız Senso-ji Tapınağı Tokyo’nun en eski ve en çok ziyaret edilen tapınağı. Yapımı MS. 645Eskiden Buddhizm’in Tendai sektine bağlı olan tapınak 2.Dünya Savaşı’ndan sonra ise bağımsız olmuş. Tapınağa doğru giden Asakusa caddesinin bulunduğu yere Nakamise-dori deniyor. Yaklaşık 200 metre uzunluğundaki bu caddede irili ufaklı bir çok geleneksel Japon tezgahı ve dükkanı bulunuyor. Çeşitli Japon yiyeceklerini ve Edo stili el yapımı zanaat ürünlerini bulabileceğiniz ilginç bir bölge. Biz önce tapınağı ziyaret ettik ve dönüşte bu bölgenin altını üstüne getirdik. Özellikle Kasia tapınak bölgesinin girişindeki dış kapı olan Kaminarimon (Gök Gürültüsü Kapısı) Kapısı’nın arkasındaki Japon kağıdı dükkanında oldukça vakit geçirdi. Bu kapının iki koruyucusu var. Soldakinin ismi Ranjin, Gök Gürültüsü Tanrısı. Sağdaki ise Fujin: Rüzgar Tanrısı. Aynı zamanda ismi Chochin isimli 700 kg ağırlığında devasa bir fener bulunmakta. Bu bölgeye uğramışken Asukasa Kültür ve Turist Bilgilendirme Merkezini ziyaret etmenizi önerebilirim. İçeride Tokyo ile ilgili ilginç bilgiler ve binaların işaretli olduğu güzel bir Tokyo modeli bulunmakta.

Tapınağın olduğu yere ise Hozomon Kapısı’ndan giriş yapıyorsunuz. Bu ikinci kapı ilkinden daha ihtişamlı ve estetik. Fakat bizim burayı ziyaret ettiğimiz zaman çok kalabalık olduğu için fotoğraf çekmekte zorlandık. Hozomon kapısının ikinci katında Lotus Sutra ve Issai-kyo yazıtları gibi bir çok Sensoji hazinesi bulunuyor. Zemin katta ise birbirine benzeyen iki heykel bulunuyor. Bunlar Nio Gardiyanları olarak bilinen Buddha’nın koruyucuları. Yine zemin katta  Buddha’nın gücünü simgeleyen 3 adet devasa fener bulunmakta.

Hozomon Kapısı’nın solunda beş çatılı Pagoda bulunuyor. Rivayete göre bu pagoda’nın içerisinde Buddha’nın külleri bulunuyormuş. 53 metre yüksekliğindeki bu yapı akşamları ışıklandırıldığında çok güzel bir manzaraya sahip oluyor. Ulusal hazine sayılan bu yapı Japonya’nın da en yüksek ikinci pagodası. (Pagoda: kutsal emanetlerin barındığı kutsal yapı)

Ana tapınağın hemen önünde ise içerisinde tütsülerin olduğu devasa bir kazan/çanak bulunuyor. Buradan çıkan duman ve koku tüm tapınak kompleksini sarıyor. İnsanlar bu kazanın yanında kendilerini tütsü dumanı ile kaplayıp tapınağa doğru ilerliyorlar. Biz oradayken tapınağın önü hınca hınç insan dolu olduğu için çok rahat hareket edemedik ve tapınağın içine giremedik. Gerçi içeriye girmek ziyaretçiler için mümkün mü hala bilmiyorum. Girişe kadar giderek bir kaç fotoğraf çektik ve kendimizi tapınağa çıkan merdivenlere bıraktık. Sıcaktan hem bunalmış, kalabalıktan dolayı biraz şaşırmış bir biçimde gelen geçen insanları izledik.

Tapınağın doğusunda ise Nitenmon Kapısı bulunuyor. Koruyucu iki tanrı (Zochoten ve Jikokuten) adına inşa edilmiş olan bu yapıyı kullanarak tapınak merkezinden ayrıldık ve kendimizi az önce bahsettiğim tarihi Japon çarşısında bulduk.

Tapınak bölgesi her zaman açık ancak ana tapınak ise yazları 6:00’dan 17:00’ye, kışları ise 06:30’dan 17:00’ye kadar ziyaretçilere açık. Herhangi bir giriş ücreti de bulunmuyor. Tapınak yapıları gün batımından akşam 23:00’e kadar ışıklandırılıyor. Ana tapınağa giremeyecek dahi olsanız, ışıklandırılmış binalar çok estetik, güzel bir fotoğraf çekimi için bölgeyi ziyaret edebilirsiniz.

Diğer Yerler

Ginza

Yüksek binalarla çevrili Japonya’nın alışveriş ve lüks ürün merkezi. Biz içinden geçtik gittik. Duraksamaya gönlümüz (cüzdanımız) elvermedi.

Roppongi

Tokyo TV Kulesi ve Zojo-ji Tapınağı’nın bulunduğu bölge oldukça popüler bir turist merkezi. Biz Zojo-ji Tapınağı’nı ziyaret ettik ancak TV kulesine hava kapalı ve yağmurlu olduğu için çıkmadık. Daha uygun bir zamanda tekrar ziyaret etmek istedik ancak fırsat bulamadık.

Shinjuku

Tokyo’nun tüm canlılığını hissetmek için uygun bir bölge. Yine yüksek gökdelenler ve alışveriş merkezleri ile çevrili ancak gece hayatı da oldukça hareketli. Bazı rehberlerde Tokyo’da tek bir gününüz varsa burayı ziyaret edin yazıyor. Benim görüşüm Tokyo’da ziyaret edilecekler listesinde ilk sırada yer almaz ancak ilginç bir yer.

Bir günü geldiğimiz, bir günü de ayrıldığımız gün olarak 8 gün geçirdiğimiz bu kenti bir başka mevsimde, cüzdan biraz doluyken tekrar ziyaret etmek isterim. Zira sıcaktan ve bütçe seyahati yaptığımızdan dolayı biraz zorlandığımızı itiraf etmeden edemeyeceğim. Japonya ile ilgili genel bilgiler verdiğim ve görüşlerimi aktardığım yazıyı da okumanızı tavsiye ederim.

Tokyo’da geçen bir haftanın ardından daha ucuz olduğu için tren yerine otobüs ile seyahat ettik ve Japonya’daki ikinci durağımız olan Fuji Dağı’nın eteklerindeki Fujikawaguchiko isimli şehre doğru yol aldık. Tokyo’da Fujikawaguchiko’ya gidecek olan otobüse Shijuku Otobüs Terminali’nden bindik. Ancak terminali bulmak oldukça zordu zira otobüs terminali aklımızı zorlayacak bir şekilde zemin katta değil, bir binanın üst katlarındaydı. Sora soruştura bizi bekleyen otobüsün üst katlardaki peronuna ulaştığımızda artık Tokyo’ya veda etmek üzereydik.

Fujikawaguchiko yazısı için lütfen tıklayın..

Japonya ile ilgili diğer yazılarımız için aşağıdaki bağlantıları kullanabilirsiniz:

1- Japonya’ya Giriş
2- Tokyo
3- Fujikawaguchiko
4- Kyoto
5- Osaka

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz