Japonya’daki 3. durağımız ise ülkenin eski başkenti Kyoto oldu. 794 yılından 1868 yılına kadar Japon İmparatoru’na da ev sahipliği yapmış bu eski ve güzel kentte dolu dolu 3 gün geçirdik. Aslında daha fazla kalabilirdik ancak Tayvan’a giden uçak biletimizi almıştık ve Kyoto’dan sonra Osaka’yı da görmek istiyorduk. Gerçi bir kaç gün sonra Osaka’yı ziyaret ederken Osaka yerine Kyoto’ya daha fazla vakit ayırabilirdik diye aklımızdan geçirmedik değil.
Yüzyıllar boyunca bir çok savaş ve yangından dolayı fazlaca zarar görmüş ama defalarca kez onarılıp bir nevi yeniden inşa edilmiş olan bu sıradışı kentin 2. Dünya Savaşı’nda ABD tarafından nükleer bomba ile yerle bir edilmekten kıl payı kurtulmak gibi şanslı bir yanı da var. ABD’nin, sayısız tapınağa ve tarihsel yapıya sahip bu kenti tarihel öneminden dolayı bombalanacak şehirler listesinden çıkardığı söyleniyor.
Kyoto, ziyaret ettiğimiz bu kısa sürenin sonunda bizim favori kentimiz oldu. Belki de Japonya’nın tarihsel anlamda en çok korunmuş yapıları Kyoto’da bulunuyor. Her bir köşe başında ise ayrı bir Japon efsanesinin hikayesi yatıyor. Her ne kadar Japonya’yı yazın ortasında ziyaret ettiğimiz için ve sıcak ve nemden erimiş olsak da, ve her ne kadar bir çok ziyaret ettiğimiz yer hıncahınç insanla dolu olsa da, bugün Kyoto’yu düşündüğümüzde aklımıza ilk önce tapınakları sonra ise Bambu Ormanı geliyor.
Shrine (Şinto Tapınağı) – Temple (Buddist Tapınağı) Farkı
Bu sırada size bir bilgi vermek istiyorum. Japonya’ya gelmeden önce İngilizceye “Shrine” ve “Temple” olarak geçen kavramların farkını bilmiyorduk. Bazı yapılar “Shrine” olarak anılırken, bazı yerler “Temple” olarak söyleniyordu. İkisini de Türkçe’de Tapınak olarak söyleyebiliriz. Ancak daha sonra öğrendiğimiz kadarıyla “Shrine” ile “Temple” farkı 3 ana başlık altında incelebilirmiş. Öncelikle “Shrine” Japonya’nın geleneksel inancı Şintoizm ile alakalı. “Temple” ise daha çok Hindistan orijinli Buddhizm ile alakalı. “Shrine” ve “Temple” görüntüleri de farklı. “Shrine” girişlerinde kırmızı Torii denilen kapılar bulunuyorken “Temple”larda ise daha büyük ve heybetli, binaya benzer kapılar bulunuyor. Üçüncüsü ise tapınma şekilleri ile ilgili. “Temple”lardaki ibadet ile “Shrine”lardaki tapınma birbirine çok benzese de ibadet sırasında yapılan hareketlerde biraz farklılık gözlenebiliyor.
1. Gün:
Fuji’den yaptığımız uzun bir yolculuktan sonra Kyoto’ya nihayet ulaşabildik. Hostelimizi Misosogi Nehri’ne ve şehir merkezine yakın bir yerden seçtik. Jam Hostel’e vardığımızda gün henüz batmamıştı ancak uzun yolculuktan olsa gerek pestilimiz çıkmis bir şekilde odamıza yerleştik. Yıllardır kulağımıza çalınan Japon hikayelerinden dinlediğimiz “Geisha” kültürünü burada inceleme imkanımız vardı ve okuduğumuz rehberlere göre hostelimiz Gion Mahallesi’ne komşuydu. Rehber, Gion Mahallesi’ndeki Shirakawa Bölgesi için geiko ve maikoların görülebilecekleri bir yer olduğunu söylüyordu. Geiko Japon kültürüne göre sanatkar kadın ya da geisha anlamına gelirken maiko ise çırak anlamına gelmekte ve maikolar ancak 5 yıl çıraklık eğitiminden sonra geiko yani geisha olabiliyorlar. Biz de hostelimize yerleşip üzerimizdeki yorgunluğu biraz dinlenip attıktan sonra hava kararmasına yakın kendimizi Shirakawa Bölgesi‘nin sokaklarında bulduk.
Bir çok turist ve ziyaretçi Gion’a geiko ve maikoları görmek için geliyor ancak Japonya’da yaşayan arkadaşımız Fabian’dan öğrendiğimiz kadarıyla geiko ve maikolar bu durumdan biraz rahatsızlar. Bir geiko ve maikonun mesleği ziyaretçilere hizmet etmek üzerine. Yani akşam yemeği yenilen ochaya isimli yerde ziyaretçilere içkilerini servis edip ulusal müzik ve dans performansı sergiliyorlar. Dolayısı ile geiko ve maikolar ziyaretçiler üzerinden para kazanmakta ve hayatlarını idame ettirmekteler. Ancak son zamanlarda ziyaretçiler onları bir fotoğraf objesi gibi görüp, geleneklerine, göreneklerine ve yaşam tarzlarına saygılı davranmayıp yolda önlerini kesip rahatsız ettiklerinden şikayetçilermiş. Bir gezgin olarak Japonya’ya gelip, böylesine geleneksel bir mesleği icra edenlerle tanışmak isterdik. Bütçeniz elveriyorsa bu servis ve gösteri etkinliğine katılmak, bütçeniz bizim gibi elvermiyorsa, sokakta karşılaşmayı ummak çok abes değil. Ancak onları rahatsız etmeden ve geleneklerine saygılı davranarak, hatta olabildiğince görünmez olmaya çalışarak. Bizim bütçemiz yüksek olmadığı ve Japonca da bilmediğimiz için böyle bir etkinliğe katılmayı aklımıza dahi getirmedik.
Gion’a vardığımızda ise meşhur Hanami-Koji Caddesi’nin sonunda her akşam düzenlenen kültürel gösterisiye denk geldik. Sahnede geleneksel dans gösterisi, çay seramonisi, ikebana isimli çiçek düzenleme sanatı ve bunraku isimli geleneksel kukla gösterisi ile ilgili 1 saatlik bir performans izleyip Kyoto ziyaretimize güzel bir başlangıç yaptık.
2. Gün
Japonya’nın ilk günlerinde Tokyo’dayken Basel’den sınıf arkadaşım Taku ile buluşup hasret gidermiştik. Japonya’nın bir başka şehrinde bu sefer yine Basel’den eski ev arkadaşım Fabian ile buluşacağımız için oldukça heyecanlıydım. Aslen Singapurlu olan Fabian doktora eğitimi için bir süredir Japonya’da yaşıyordu ve hem aradan geçen yılları konuşur, hem de Kyoto hakkında kendisinden tüyolar alabilirdik. Ancak çalışma saatlerinden dolayı akşamüzeri buluşmak için sözleştik. Biz ise sabah erken saatlerde Kyoto’nun meşhur bambu ormanına doğru yola koyulduk.
Arashiyama Bambu Ormanı
İnternette ya da rehber kitaplarda Kyoto ile ilgili tek bir resim görecek olursanız bu resim muhtemelen şehrin en çok ziyaretçi çeken üç yerinden birisindendir. Bu yerlerden bir tanesi olan Arashiyama Bambu Ormanı (diğer ikisi; Fushimi-Inari-Taisha Sinto Tapınağı ve Kinkaku-Ji Tapınağı) şehrin gerçekten de en çok ziyaretçi çeken yerlerinden bir tanesi. Kaldığımız hostelden toplu taşıma kullanarak ulaştığımız bölgede kalabalıktan ve sıcaktan dolayı biraz bunalmadık dersek, yalan söylemiş oluruz. Katsura (Gawa) Nehri üzerindeki Togetsu (Kyo) Köprüsü kavşağında otobüsten dışarıya adım attığımız andan itibaren insan seli içerisinde bulduk kendimizi ve bu oldukça rahatsız ediciydi.
Bambu ormanı yolundaki ilk durağımız bölgenin en önemli tapınağı olan Tenryuu Ji oldu. Şehrin önde gelen 5 Zen tapınağından ilki olan Tenryuu Ji 1339 yılında inşa edilmiş ve şu an Dünya Mirası Listesi’nde. Zaten yol üzerinde olduğu için gözden kaçırmak imkansız. Şehir merkezinin aksine buradaki yapılar daha geleneksel oldukları için bizim oldukça hoşumuza gitti. Tapınak ziyaretinden önce ve sonra bölgedeki ara sokakları ve yapıların bahçelerini kendi kendimize keşfederek ve ormana doğru da yol alıyorduk. Nonomiya Jinja Şinto Tapınağı’na kalabalık ile birlikte geldiğimizde ise artık güneşten bir nebze olsa kurtulduk. Ağaçların gölgesinde hava ve kalabalık bir nebze daha katlanılabilir olmuştu. Nonomiya, Japonca’da başlangıç noktası anlamına geliyor. Bir diğer anlamı ise Nonomiya Daikokuten’den yanı Eşleştirme, Çöpçatan Tanrısı’ndan gelmekte. Dolayısıyla Japonlar arasında oldukça popüler olan bu tapınağın de ziyaretçileri dilekleri için uzun kuyruklar oluşturuyorlar. Biz de kalabalığın bir kısmını burada ardımızda bıraktığımızda Bambu Ormanı’na artık giriş yapmıştık.
Çok geniş olmayan bir yolu iki yandan saran bambu ağaçları arasında yürüyüş yapmak kalabalığa rağmen oldukça keyifli idi. Ağaçların yeşil-sarı tonları ve mükemmele yakın yapıları nedeniyle Japonlar’ın bitki ve bahçe bakımına olan saplantısının güzel bir yansıması olduğunu düşünmeden edemedik. Orman yolu iki yandan çitlerle çevrelenmiş. Alıp başınızı gidemiyorsunuz. Sağınızda ve solunuzda yükselen ağaçlar diğer ziyaretçilerden fırsat bulabilirseniz oldukça estetik fotoğraf imkanı veriyor. Daha sonra Fabian’dan duyduğumuz kadarıyla çok erken saatlerde buraya gelirseniz hem ışık hem de ziyaretçilerin az olması sebebiyle çok daha güzel kareler yakalanabilirmiş. Biz elimizdeki ile yetindik. Yaklaşık 1 saatlik yavaş tempodaki yürüyüşün ardından geniş bir çember çizerek Katsura Nehri’ne tekrar ulaştık. Otobüsten indiğimiz köprü kavşağına kadar nehir kenarında kısa ama manzarası çok güzel bir yürüyüş gerçekleştirdik.
Günün geri kalanını yine bölgedeki geleneksel bahçeleri ve yapıları ziyaret ederek ve nehrin karşısına geçerek geçirdik ve öğleden sonra geldiğimiz otobüse binerek şehir merkezine geri döndük. Akşamüzeri Fabian’la buluşacağımız vakte kadar şehir merkezindeki Nishiki Pazarı’nı keşfe çıktık. Sokakların üzeri kapalı olduğu ve aynı zamanda çevredeki yüksek binalardan dolayı güneşin ulaşıp bizi bunaltmadığı bu sokaklarda etrafı seyretmek çok keyifliydi. Ara sokaklardan bir tanesinde Türk bir dönerci dahi bulduk ve ayaküzeri sohbet ettik, memleketi andık. Eğer Kyoto’ya yolunuz düşerse bu pazar alanını ziyaret etmenizi öneririm. Japon dükkanları ve halkın gündelik yaşantısındaki enerji ile turistlerin şaşkın bakışlarının karıştığı bu sokaklarda bulunmak güzeldi.
Akşamüzeri Fabian’la buluştuğumuzda artık pestilimiz çıkmış, karnımız acıkmıştı. Fabian bizi ucuz ve ilginç bir sushi restoranına götürdü. Restoranda herkes bar kenarında oturur gibi yanyana oturuyor ve her müşterinin önünde dokunmatik bir ekran var. Buradan herkes dilediği tabak sushiyi ekrana dokunarak sipariş ediyor. Sipariş edilen yiyecek müşterilerin önünden geçen palet ile geliyor. Her fiyat aralığının farklı bir rengi var ve sipariş edilen yiyecekler bu renklere uygun tabaklar ile geliyor. Yemek sonunda topladığınız tabakları sayıp ödemesini ona göre yapıyorsunuz. Fiyatlar Japonya’ya rağmen pahalı değildi. Deneyim olarak bizim için çok ilginçti. Keyfimiz yerinde, midelerimiz dolu bir şekilde restorandan ayrıldık.
Fabian ile uzun süredir görüşmüyorduk ve akşamın kalanın ise şehrin göbeğinden geçen ve muhtemelen şehrin en popüler nehri olan Kamo Nehri kenarında çimenlere yayılarak, bir şeyler içerek ve sohbet ederek geçirdik. Fabian’ın anlattığına göre nehirde eskiden balıkçılık yapılırmış. Suyu hala temiz ve içerisinde balıklar var ancak artık balıkçılık yapılmıyormuş. Bir inanışa göre de Kyotolu kadınlar güzelliklerini yüzlerini bu nehirde yıkamalarına borçlularmış. Nehrin çevresinde bir çok restoran, bar ve mağaza bulunuyor. Bizim bütçemiz bu yerlere girmek için elverişli değildi ama bu bizi nehrin manzarasını tadmaktan alıkoymadı. Çevremizde bizim gibi çimenlere yayılıp gecenin ve manzaranın keyfini çıkarak Kyotolu gençler ile doluydu.
3. Gün
Fushimi Inari Şinto Tapınağı
Sabah erken saatlerde uyanıp şehrin belki de en önemli yapısı olan Fushimi Inari-Taisha tapınağına doğru yola koyulduk. Toplu taşıma kullanmak yerine 5 km güneyimizdeki bu yere yürüyerek gitmeye karar verdik. Amacımız şehrin daha az turistik olan sokaklarını da keşfetmekti. Henüz sabah olmasına rağmen sıcak rahatsız edici olmaya başlamıştı ama yol çok keyifliydi. Seyahat ederen turistlikten az bir nebze olsa uzaklaştığımızı hissettiğimiz bu gibi anları çok seviyoruz. Maceramızın gelecek günlerinde ise bu tip anları daha çok yaşayıp, daha az turistik yer ziyaret edeceğimizin ilk belirtileri işte bu günlerde başlamıştı sanırım.
Şehrin güney doğusunda yer alan Fushimi Inari Şinto Tapınağı kesinlikle eşsiz ve olağanüstü bir yer. Inari’nin (Pirinç Tanrısı) kutsal dağına giden yol boyunca dizilmiş binlerce torii kapısı bir anlamda Japonya’nın dünyaya açılan yüzü gibi. Tapınaklar arasındaki yolları çevreleyen bu kırmızı kapılardan (Torii) oluşan mistik koridorlarda yürüdük, tapınakları ziyaret ettik ve Inari’nin ulakları olduklarına inanılan binlerce Tilki heykelleri arasında kendimizi kaybettik.
Bu kapılar (Torii) aslında bu Şinto tapınağına para yardımında bulunanların anısına dikiliyor. Her kapı yardımda bulunan kişinin yardımını simgeliyor. Daha girişten başlayan kapılar birbirine paralel olarak iki sıra şeklinde başlıyor. Girişe yakın olan kapıları adınıza dikmek için yaklaşık 400bin Yen (3100 €) yardımda bulunmanız gerekiyor. Yol ilerleyip ana tapınağa yaklaştıkça bu miktar artıyor. Kapılar arasından ilerleyen yürüyüş yolunun tamamını yürümek yaklaşık 3 saat sürüyor. Biz bölgeye ulaşıp yürüyüşe başladığımızda öğle sıcağı bastırıyordu ve bu sıcakta tepeyi tırmanmak oldukça yorucuydu. Yol üzerinde bir çok ufak tapınak da bulunuyor. Yürüyüşün en yüksek noktasına vardığımızda ise bizi güzel bir Kyoto manzarası bekliyordu. Biraz dinlendikten sonra bu sefer diğer yolu seçerek girişe geri döndük.
Kiyomizu-Dera Tapınağı
Günün kalan kısmında ise bir başka önemli tapınak olan Kiyomizu-Dera’yı ziyaret ettik. Japonya’nın en çok tanınan tapınaklarından bir tanesi olan Kiyomizu-Dera’yı türkçeye “Saf Su Tapınağı” olarak çevirebiliriz. 780 yılında, Otowa Şelalesi kıyısında kurulmuş olan bu tapınak Japonya Buddhizm’inin en eski okullarından bir tanesi olan Hosso mezhebi tarafından inşa edilmiş. 1994 yılında da UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmış.
Ana yapısı ahşap bir iskele üzerine kurulu bu ihtişamı tapınak ziyaretçiler için muhteşem bir Kyoto manzarası sunuyor. Biz yaz mevsiminde buradaydık ve karşılaştığımız Kyoto manzarası yemyeşil bir orman ile harmanlanmıştı. Ancak okuduğumuz rehberde ilkbaharda bu manzaranın çiçek açmış kiraz ağaçları ile süslendiğini ve çok daha etkileyici olduğunu okuduk. Aynı şekilde sonbaharda ise bu yeşil manzara kendini sarı ve kırmızının tüm tonları ile donatıyormuş.
Kiyomizu-Dera’nın ana salonunun arkasında ise aşk ve eşleştirme tanrısına adanmış Jishu Mabedi yükseliyor. Mabedin önünde birbirinden 18 metre uzaklıkta iki kaya bulunuyor. Bir kayadan ötekine gözleri kapalı bir şekilde giden kişi aşkını ve eşini buluyormuş. Bir taştan ötekine kendi kendinize gidebileceğiniz gibi, başka birinin yardımı ile de gidebilirmişssiniz. Ancak başka birinin yardımı ile giderseniz bu da aşkı bulmanız için yaşadığınız olayları başka bir şekilde yorumlamanız gerektiğine işaret imiş.
Otowa Şelalesi ise Kiyomizu-Dera’nın ana salonunda bulunuyor. Şelale üç kola ayrılıyor ve ziyaretçiler bu üç koldan akan suyu uzun çubuklara bağlanmış olan kupaları kullanarak içiyorlar. Her koldan akan suyun başka bir derde deva olduğuna inanıyorlar. İlk koldan akan su uzun bir ömür sağlarken, ikinci koldan akan kol eğitim hayatından başarı, son koldan akan su ise aşkta şans sağlıyor. Ancak üç koldan birden su içmek ise açgözlülük olarak görülüyor.
Tapınak çevresindeki diğer yapılar da ziyaret edilmeye değer. Okunoin Salonu Shaka Buddha’ya ve Amida Buddha’ya adanmış ve gezginlerin ve çocukların koruyucuları olduğuna inanılıyor. Tapınak alanının güneyinde yer alan üç katlı Koyasu Pagoda ise çocuk doğumu bekleyen ziyaretçiler için kolay ve sağlıklı bir doğum sağladığına inanılıyor.
Tapınak alanını ziyaret ettikten sonra ise tapınağa giden Higashimaya isimli dükkanların ve restoranların bulunduğu mahalleyi ziyaret ettik. Zaten gözden kaçırmak imkansız. Tapınağa gidişte ve dönüşte bu mahalleden illa ki geçiyorsunuz. Çok fazla turistik ve kalabalık olması haricinde, dükkanların otantik yapısı bizim hoşumuza gitti. Dükkanlarda bir çok yerel ürün bulmak da olası. Ziyaretimiz esnasında artık hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı ve sokağa ilk girdiğimizde aydınlık iken, sonlara doğru sokak lambalarının aydınlattığı ve otantik sokakta yürümek oldulça keyifliydi bizim için. Ancak yorgunluk tüm bedenimizi kaplıyordu ve tüm gün boyunca ziyaret ettiğimiz iki tapınaktan sonra yorgunluktan kopan bacaklarımızı sürükleyerek hostelimize geri döndük.
Kyoto’ya Veda
Kyoto’dan Osaka’ya gitmek çok zor değil. Her 5 dakikada bir Sanjo İstasyonu’ndan kalkan bölgesel trenler ile Osaka’ya 75 dakikada ulaşılıyor. Biz de sabah uyanır uyanmaz pılımızı pırtımızı topladık, hostelden çıkış yaptık ve istasyona doğru yola koyulduk. Ancak istasyona vardığımızda hemen trene atlamak yerine şehirde biraz daha turlayalım dedik ve sırtçantalarımızı istasyondaki dolaplara yerleştirip istasonun çevresinde turlamaya başladık. Şansımıza daha önce ismini duymadığımız bir tapınağa rastladık ve hayran kaldık.
Honganji Tapınakları
Nishi Honganji ve Higashi Honganji Kyoto merkezinde yer alan iki kardeş tapınak. İkisi de Japonya’nın en büyük Buddhist mezheplerinden biri olan Jodo-Shin’e bağlı. Nishi Honganji (Batı Honganji) 1591 yılında Toyotomi Hideyoshi (Japon daimyo, savaşçı, general, samuray ve politikacı) tarafından inşa ettirilmiş ve Jodo-Shin mezhebinin Honganji grubunun merkezi olarak görülüyor. Higashi Honganji (Doğu Honganji) ise ilkinden 11 yıl sonra bir kaç blok öteye inşa edilmiş ve yine aynı mezhebin Otani grubunun merkezi durumunda.
Biz ilk önce Batı Honganji’yi (Nishi Honganji) ziyaret ettik. İstasyondan yürüyerek 15 dakikada ulaştığımız bu tapınağa adım attığımız ilk anda büyülendik. Bunun bir kaç sebebi var; Birincisi tapınak alanındaki yapıların renkleri ve tasarımları oldukça yalın ama ihtişamlı. İkincisi ise kalabalık değil. Oldukça sakin ve çok fazla ziyaretçi olmadığı için fotoğraf çekmeye ve kafa dinlemeye çok uygun bir yer. Biz tapınak alanında 1 saatten fazla zaman geçirdik. Dua etmeye gelen insanları izledik, bol bol fotoğraf ve video çekimi yaptık, gölgede oturup dinlendik ve çok keyifli vakit geçirdik. Tapınak alanında iki büyük ve bir kaç tanede daha ufak yapı buluyor. Büyük olanlardan bir tanesi mezhebin kurucu olan Shinran’a adanmış olan Goeido Salonu. Diğer büyük yapı ise onun sol tarafında kalan ve Jodo-Shin Buddizm’inde en önemli Buddha sayılan Amida’ya adanmış olan Amidado Salonu.
Doğu Honganji (Higashi Honganji) ise kardeşinin bir kaç blok doğusunda yer alıyor. Yine kardeşinde olduğu gibi buradaki yapılar da Shinran’a ve Amidado’ya adanmışlar. Özellikle Goeido Salonu Kyoto’nun en büyük ahşap yapısı. Biz Batı Honganji’yi daha faza sevdik ama burası da ziyaret etmeye değer. Özellikle bu tapınak alanının yine bir kaç cadde doğusunda Shoseien isimli tapınakta yaşayanlar için kullanılmak üzere hazırlanmış ufak bir Japon Bahçesi de bulunuyor. Giriş için 500 Yen ödedik. Eğer Doğu Honganji’yi ziyaret ederseniz, buraya da uğramanızı öneririm. Biz yaz mevsiminde oradaydık, her yer yemyeşildi ama özellikle sonbaharda burasının güzün tüm renkleriyle donatıldığını okuduk. Gelecekte Kyoto’yu tekrar ziyaret etmek istiyoruz ve bu sefer ziyaretimizi sonbahara denk getireceğiz ve bu bahçeyi tekrar ziyaret edeceğiz.
Honganji Tapınakları’nı ziyaret ettikten sonra istasyona geldiğimiz yoldan kolayca geri döndük ve bizi Osaka’ya götürecek olan bölgesel trene bindik.
Japonya ile ilgili diğer yazılarımız için aşağıdaki bağlantıları kullanabilirsiniz:
1- Japonya’ya Giriş
2- Tokyo
3- Fujikawaguchiko
4- Kyoto
5- Osaka