10. Gün

Sabah oldukça soğuk bir havaya uyandık. Yerler de beyazdı. Sabah karşı kar yağmıştı. Bu günkü hedefimiz Thingvellir Ulusal Parkı idi. Parkın içindeki Silfra yarığına dalış için bir gün sonrasına rezervasyon yaptırmıştık ve parka ulaşmak için önümüzde yaklaşık 160 km’lik arazi yolu vardı. Bu sırada gezimizin ilk günü Gullfoss şelalesini ziyaret ettiğimizde bu yolun güney girişine kadar gelmiştik. Şimdi Golden Circle bölgesine kuzeyden giriş yapacaktık ve Gullfoss’un ve Geysir’in yanından tekrar geçecektik. Kahvaltımızı Hofsjökull buzuluna karşı yaptık. Yol diğer f-roadlara göre daha kolaydı. Zemin delik deşik ama yol daha geniş ve rahat idi.
2 saat sonra Golden Circle’a giriş yaptık. Geysir’de bir mağaza var, ilk gün uğramıştık ama bir şey almamıştık. Artık dönüş yolunda olduğumuz için ufak çaplı bir alışveriş yaptık, Geysir’i bir daha ziyaret ettik ve bir saat sonra da Thingvellir’e ulaştık.
Thingvellir Ulusal Parkı
Burası ilginç bir yer. Bölge ise İzlanda tarihi için çok önemli. Althing isimli dünyanın en eski meclisi olan İzlanda parlamentosunun kuruluş yeri Thingvellir Ulusal Parkının sınırları içinde. Kayıtlara göre İzlanda’ya ilk yerleşim 874 yılında başlamış ve Althing meclisi 930 yılında bu alanda kurulmuş. 1844 yılında ise başkent Reykavik’e taşınmış.

Bölgenin bence daha ilginç özelliği ise coğrafi durumu. Kuzey Amerika ve Avrasya tektonik levhalarının kesişim noktası İzlanda’dan da geçiyor. İzlanda’da bu kadar çok volkanik aktivite olmasının sebebi de bu zaten. Thingveillir ise bu iki levhanın birbirinden ayrılma noktasının en çok gözlemlenebilir olduğu yerlerden birisi. Bir alan düşünün, batısındaki ve doğusundaki plakalar birbirinden her yıl 2 cm uzaklaşıyor. Oluşan vadinin bir kısmında, kuzeydeki Langjökull buzulundan gelen sular Öxará nehrini oluşturuyor ve bu nehir vadinin hemen güneyinde Thingvallavatn isimli bir göl meydana getiriyor. Ulusal Parkın sınırları bu vadiler ve göl ile sınırlı. Bahsedilen göl İzlanda’nın en büyük doğal gölü.

Kuzeydeki Langjökull buzulundan eriyen sular 30 ile 100 yıl arasında bir sürede toprağın altından bölgeye kadar filtrelenerek geliyor. Dolayısıyla gölün suyu o kadar berrak ve temiz ki, hem içilebilir hem de su altında metrelerce uzaklığı rahatça görebiliyorsunuz. İşte Silfra isimli yarık da bu bölgede. Bizim dalış rezervasyonumuz ertesi gün olduğu için o gün yarığın olduğu tarafa gitmedik. Silfra’dan daha sonra bahsedeceğim.
Thingvellir Kilisesi
Thingvellir Ulusal Park alanında Althing, Silfra, Öxará nehri ve vadiler haricinde ziyaret edilebilecek bir kaç yer daha var. Mesela Thingvellir kilisesi. İzlandalılar paganlıktan hıristiyanlığa yine bu bölgede 1000 yıllında geçmişler ve bu daha önce bahsettiğimiz gibi İzlanda meclisi Althing burada olduğu için bu geçiş kararı da burada olmuş. 1000 yılının yaz mevsiminde meclis birbirine karşı ikiye gruba ayrılmış haldeymiş; Hıristiyanlar ve Paganlar. İki taraf tüm tartışmalar sonunda tüm İzlandalıların hangi dini takip etmesi gerektiğine karar vermesi için bir hukuk konuşmacısı bir kişiyi görevlendirmişler; Þorgeir Ljósvetningagoði. Þorgeir bir pagan rahip imiş düşünmek ve doğru kararı vermek için bir gün bir gece toplumdan uzakta meditasyon yapmış. Meclise döndüğünde, kendisi bir pagan rahip rağmen İzlandalıların hıristiyanlığı takip etmeleri gerektiğini söylemiş ve isteyen paganların inançlarını daha kapalı bir şekilde uygulayabileceğini ve paganlıktan kalan bazı geleneklerin devam edebileceğini belirtmiş. Kararın ardından paganlıkla ilgili tüm idol ve semboller Goðafoss şelalesinden aşağı atılmış. Zaten bu yüzden adanın kuzeyindeki bu şelaleye God-a-foss yani tanrıların şelalesi denmekteymiş. Hıristiyanlığa geçme kararından sonra bu din İzlanda’da çok hızlı bir şekilde yayılmış ve hemen kısa bir süre sonra bu kararın alındığı Althing’in karşısına bu kilise inşa edilmiş. 2000 yılında ise binlerce kişinin katılımıyla hıristiyanlığa geçişin 1000. yılı 2 gün süren bir festival ile kutlanmış.
Öxarárfoss
Parka görmeye değer bir başka şey ise Öxará nehri üzerindeki Öxarárfoss. Bu birbirinden ayrılan tektonik levhaların batıda kalan kısmı biraz daha yüksekte. Bu şelale de batıdan gelen nehrin kırığa dökülmesi ile oluşmuş. Ulaşmak oldukça kolay, zaten parkın açık otoparklarından bir tanesi bu şelaleye çok yakın. Bu fotoğraf da bu şelaleden:

Şelaleden ayrılırken artık hava kararmak üzereydi. Park içindeki otoparkta sabahlamak mümkün değildi. Thingvallavatn gölünün etrafında geceyi geçirecek uygun bir yer aramaya başladık. Güneyde girişi şöyle olan bir gençlik kampı bulduk. İçeri girdiğimizde bina içinde kampa gelmiş bir öğrenci grubu vardı ama diğer tüm alanlar boştu. Sanırım sezon dışı olduğu için dışarıdan gelen ziyaretçilere kapalıydı tesis. Bina içine girip bir kaç gençle konuştuk ama yetkili bir kişiye ulaşamadık. Muhtemelen yetişkin bir kişiyi bulsak da tesis ile ilgili bir fikri olmayacaktı. Biz de yetkili bir kişiyle konuşmadan geceyi burada geçirmeye karar verdik ve aracımızı tesisin göl kenarına yakın olan bir yerine çektik. Bu gece artık araçtaki son gecemizdi. Gökyüzü yine cömertti bize ve mangal eşliğinde kuzey ışıklarını son kez izleyip geceyi geçirdik.
11. Gün

Ertesi sabah Emre çok erken uyanıp fotoğraf çekmek için göl kenarına indi, döndüğünde keyfi yerindeydi. Bir gece önce tanıştığımız öğrencilerden bir kaçı o erken saatlerde buz gibi suda yüzmeye gelmişler. Emre’yle kaynaşmışlar, kahvaltıyı hep birlikte yaptık. Kahvaltıdan sonra vedalaşıp Silfra yarığına gitmek için Thingvellir Ulusal Parkı’na geri döndük.
Silfra
Silfra dünyanın en ilginç dalış noktalarından bir tanesi. Yukarıda da bahsettiğim gibi Kuzey Amerika ve Avrasya tektonik levhaları her yıl birbirinden uzaklaşmakta ve bu yarık tam olarak bu ayrılma noktasında oluşmuş. Su çok berrak ve temiz ancak oldukça soğuk. Yıl boyunca su sıcaklığı 2 ile 4 derece arasında değişiyor. Derinlik ise en fazla 18 metre.
Silfra’da dalış ya da şnorkel ile yüzme imkanınız var. İkisi için de kuru elbise (dry suit) kullanılıyor. Dalış için PADI ya da SSI sertifikasına sahip olmanız gerekiyor. Yanınızda değilse, sistemden kontrol edip onay alabilirsiniz. Şnorkel için herhangi bir sertifikaya ihtiyacınız yok. Emre’nin PADI sertifikası vardı, ben ise sahip değildim. Emre dalış yaptı, ben büyük kıskançlık içinde şnorkele yöneldim. Tercih ettiğimiz dalış firması Dive.is. Şnorkel için tek bir tur var, ancak dalış yapacaklar için 2 dalış hakkı var. İlk dalıştan sonra ikincisini yapmak zorunda değilsiniz ama herhangi bir ücret iadesi olmuyor. Hem şnorkel için hem dalış için öncesinde 45 dakikalık kuru elbise eğitimi veriliyor. Sizden ise gelirken içinize bir içlik ve eşofman giymeniz öneriliyor. Ben bu noktadan sonra şnorkel deneyimimi aktaracağım, belki Emre’de ileride buradaki dalış deneyimini bu yazıya ekler.
Emre ile buluşma yerine gittikten sonra gruplarımıza ayrıldık. Şnorkel minibüsü daha önce kalktı ve biz eğitim alanına gittik. Burada kıyafetler dağıtıldı. Su içindeyken neler yapmamız / yapmamamız gerektiğini öğrendik. Dileyen kendi su altı kamerasıyla çekim yapabilirmiş, ama rehberde de bir tane gopro olacakmış ve bizim fotoğraflarımızı çekecekmiş. Tur sonunda dileyenlere belli bir ücret (50 Euro, bence değmez) karşılığında fotoğrafları gönderiyorlar. Eğitmen ayrıca kuru elbiseyi nasıl giyeceğimizi ve su içinde nasıl kullanacağımızı anlattı. Su çok soğuk olduğu için ve kıyafet ve maske el ve dudakları kapatmıyor. Ellerimizde eldivenler vardı ama soğuğu geçiriyorlar. Dolayısıyla eğitmen ellerimizi su altındayken olabildiğince az hareket ettirmemizi önerdi. Suya ilk girdiğimizde dudaklarımda suyun o keskin soğukluğunu hissettim. İki tektonik levhanın ortasında bir yarığın içinde olma fikri heyecan vericiydi. Manzara muhteşemdi. Göl içinde zaten çok az balık varmış, onlarda buraya gelmiyorlarmış pek. Yani Silfra yarığında az biraz “Trol Saçı” yosunu haricinde hiç bir canlı görmedim desem yeridir. Olay sadece manzara ve buna da değer. Kuru elbisenin özelliğinden ve üzerimizde de hiç bir ekstra ağırlık olmadığından hep su üstünde kaldık. Rehberimizin ardında yavru ördekler gibi sıralanmış biz şnorkelcilerin turu yaklaşık 30 – 35 dakika sürdü. Turun sonundaki lagünde serbest zamanımız vardı. İlk önce biraz kendim dolanayım dedim ama bir kaç dakika sonra soğuktan dolayı daha fazla su içinde kalmak istemedim. Tamam, vücut kuru ve sıcak ama özellikle dudaklar hissizleşiyor ve sudan çıktıktan sonraki ilk bir kaç dakika konuşmak dahi zor.

Biz eğitimin verildiği alana geri dönerken Emre’nin grubu dalış için geliyorlardı. Eğitim alanında kuru elbiseyi çıkardık. Sıcak çikolata ve kurabiye servisinin ardından su içinde rehberin çektiği fotoğrafları dijital olarak almak isteyenler listeye isimlerini yazdırdı. Daha sonra ben bizim araca yürüyerek geri döndüm. Biraz ısındıktan sonra parkta biraz yürüyüş yaptım. Emre’de bir kaç saat sonra döndüğünde vakit öğleyi geçmişti ve Reykjavik’e komşu kasaba, Hafnarfjörður’a dönüp aracımızı teslim etmemiz gerekiyordu. Gece ise airbnb’den kiraladığımız Reykjavik merkezindeki evde kalacaktık.

Reykjavik
Bir sene önce Çinlilerle geldiğimde bu Reykjavik’te iki gün geçirmiştik ve açıkçası İzlanda’nın geri kalanıyla karşılaştırdığımda beni çok da cezbetmemişti. Yani İzlanda doğası itibariyle çok farklı ve muhteşem bir yer. Reykjavik ilginç bir şehir, diğer avrupa şehirlerinden tabi ki farklı ama en nihayetinde bir “şehir” ve ben İzlanda’da doğada kalmayı daha çok tercih ederim. Emre ile yaptığım bu ziyarette de Emre’nin başını ütüleye ütüleye ikna ettim ve Reykjavik’i gezi sonuna bıraktık.
Burası İzlanda’nın başkenti. Merkezin nüfusu 120 bin civarında ama artık komşu şehirlerle de birleştiği için çevresi ile birlikte nüfusu yaklaşık 200 bine yaklaşmış durumda. Yani İzlanda’nın tüm nüfusunun yarısından fazlası bu bölgede yaşıyor. Adanın geri kalan kısımlarıyla karşılaştırırsak, kalabalık bile sayılabilir. Şehir yeryüzünde kutup bölgesine en yakın olan başkent ama iklim olarak beklenildiği kadar soğuk bir yer değil. Atlantik okyanusundaki Gulf Stream sıcak su akıntısından dolayı İzlanda kıyı iklimi genelde biraz daha ılıman halde ve kış mevsimi ortalama sıcaklığı Toronto, New York gibi şehirlerden daha düşük değil. Şehir hakkında bir diğer ilginç detay ise şehirdeki tüm evlerde jeotermal ısıtma sisteminin kullanılması. Zaten böyle jeotermal kaynaklara sahip bir ülkeden başka bir şey beklememek gerekli ama insan yine de şaşırıyor işte. (Bu arada İzlanda’daki elektriğin %53’ü yine jeotermal enerji santrallerinde üretiliyor)
Şehre geldiğimizde ilk önce kalacağımız evin sahibiyle buluştuk. Ev, şehrin merkezindeki alışveriş caddesinin üzerindeydi. Eşyalarımızı bırakıp kendimizi Reyjkavik sokaklarına attık. Şehir merkezi çok büyük değil. Hallgrimskirkja kilisesi, Solfar heykeli, İzlanda Ulusal Müzesi ve Viking Yerleşim Müzesi ilgi çekici yerlerin başında geliyorlar. Bu yazıda bu yerlerden tek tek bahsetmeyeceğim ama Reykjavik taş çatlasa 2 gün içerisinde gezilebilecek bir yer. Tabi turist gibi değil de şehirdeki hayatı hissetmek istiyorsanız daha fazla süreye ihtiyacınız olacağına eminim. Ama az önce de bahsettiğim için, biz Reykjavik için değil, adadaki diğer maceralar için buraya gelmiştik. Son günümüzde, şehre de şöyle bir bakınalım dedik. Bir önceki ziyaretimde Çinlilerle pahalı restoranlara gidip, pahalı yemekler yemek zorunda kalmıştım ve bu sefer biraz daha lokal yerleri tercih etmek istiyordum. Akşam olduğunda cadde üzerinde sıradan bir restorana girdik. Balık çorbası içtik. Sonrasında ise merkezdeki lokal barlara birer bire uğrayarak geceyi bitirdik. İzlandalılar öyle cana yakın, sımsıcak insanlar değiller ama olumsuz hiç bir şey yaşamadık. Tüm gece keyfimiz çok yerindeydi ve İzlanda macerasını böyle bitirdiğimiz için de oldukça mutluydum. O gece 10 gün sonra ilk kez yumuşak yataklara yattık ve deliksiz bir uyku geçirdik.
Dönüş
Ertesi gün sabah kahvaltımızı yapıp, şehirde biraz daha zaman geçirdik ve öğleden sonra şehir merkezine yakın bir otobüs terminalinden flybus ismindeki havaalanına giden otobüslere bindik. Kişi başı tek yön 2500 ISK (85 TL) ve her yarım saatte bir kalkıyor. Havaalanında vergi iade işleriyle uğraştıktan sonra da İzlanda macerasını noktalamış olduk.
Çok güzel bir yazı daha. Peki tüm bu İzlanda macerasının ortalama fiyatı ne oldu acaba? Çok pahalı bir ülke malum.
Hayalimdeki geziyi yapmışsınız. Yazı da harika.
Fotograf ve videolar için kullandığınız ekipmanlar nedir acaba? (Makine, tripod vs.) Kıyafet önerileriniz nedir. Eylül-ekim için. Hava soğuk ama çok mu soğuk 🙂
Fotoğraflar için iPhone 6, Nikon D5100, Nikon AF-S DX NIKKOR 12-24mm f/4G IF-ED Zoom Lens, şu an adını dahi hatırlamadığım en hafifinden bir tripod kullandım.
Eylül Ekim için akşamları soğuk olabileceğini düşünerek rüzgar geçirmeyen thermo bir şeyler yanınızda olsa iyi olur. Eğer camper ya da karavan tarzı bir yerde kalacaksanız içlik de almanızı öneririm. Yağmur çok büyük ihtimalle olacağı için yağmurluk ve rüzgarlık da olmazsa olmazlardan. Ekim başlarında özellikle kırsal kesimlere kar yağmaya başlar. Yani kar eldiveni gerekli değil ama eldiven, bere vs yanınızda bulunsa iyi olur.
ya bu yarıktaki dalışı merak ettim. Nasılmış ve fiyatı nedir acaba ?
Merhaba. Fiyatı günlük 2 dalışı kapsayacak şekilde 38990 ISK yani bugünkü kurla 300 € civarında. Şu siteden daha detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz: https://www.dive.is/diving-snorkeling-tours/diving-day-tours/silfra-diving-day-tour/
Ahmet arkadaşım sayesinde ben de zevkle okudum, kıskanmadım dersem yalan olur. Bol gezmeler
Çok teşekkürler=)
Harika bir gezi, çok başarılı bir yazı olmuş. Baştan sona keyifle okudum. Kutlarım.
Teşekkürler=)